1 Ekim 2015 Perşembe

Özledikçe Bakarız; Kuzguncuk Bostanı...

Yine  Yarim İstanbul... yazılarından birine düştü yolumuz. Ailelerimiz İstanbul'da olunca bizim de gidiş gelişlerimiz eksik olmuyor her yeri ayrı gizem her köşesi ayrı teselli olabilen bu şehre. Boşuna değil onu bunca sevişimiz.. Sonbaharda İstiklal Caddesi'nde yürümeyi, kışın bembeyaz örtülere bürünen Beyazıt Meydanı'nı, ilk baharda Emirgan, Yıldız, Mihrabad, Beykoz, Çamlıca Koruları'nı özleyişlerimiz boşuna değil..



İstanbul öyle bir şehir ki;  belli yerlere gitmek için hususi vakit ayırmanın gerektirdiği zamanlar haricinde de bir yere giderken, aktarma yaparken ya da bir dostu beklerken, erkenden vardığınız bir mekanda randevu saatine kadar ki vakti değerlendirirken bile bir müze, bir sergi ya da tarihi bir eseri gezebilmek mümkün. Mesela yukarıda kızçe ve oğulçe Topkapı'da buluşacağımız yol arkadaşımı beklerken Fetih 1453 panaromasını (galiba 4. kez ve her seferinde değişik bir ayrıntıyı fark ederek) gezdiler. 


Burası Beşiktaş. Çocuklarımın baktığı yerde sağ tarafta Dolmabahçe El Sanatları ve Saray Eserleri Sergisi, sol tarafta da Barbaros Hayrettin Paşa'nın türbesi ve Denizcilik Müzesi var. Bir dostumla sabah saatlerinde buluşmak üzere sözleşmiştik. Saatimizi beklerken acıkan çocuklarımızı öğrencilik yıllarımızın değişmez adresi Durak Börekçisi'ne götürdük. Ve yol arkadaşımla ben 12 yıl önce de bu masada böyle oturup caddeyi seyrederdik...


İstanbul'da bir yakadan diğerine geçmek için birden fazla seçenek var. Mesaiye yetişmek zorunda olanlar için Metrobüs, kalabalıktan hoşlanmayıp acelesi olanlar için Marmaray, Deniz otobüsü vs.. Bizim gibi hem İstanbul hem gezme sevdalıları için ise illa şehir hatları vapuru! Bir şehir içinde, bir yerden başka bir yere ulaşırken bile yolcusunun ruhunu zenginleştirerek yolculuk yaptıran kaç şehir var acaba dünya üzerinde..


Burası da Çengelköy sahili. Öğleye yakın yine yıllara dayanan bir dostluğu paylaştığımız sevgili Gülşah ve oğlu Ahmet Faruk ile buluşmak için sabah erkenden geldik ve Çınaraltı çay bahçesinde, hafta içi o kadar erken saatte bahçenin kalabalıklığına şaşırarak çayımızı içtik. Oğulçe kızçeye kıyıdaki balıkları gösterirken..


Ve nihayet yazımıza asıl konu olan mekana geldik. Burası Kuzguncuk Bostanı. Mahalle halkının tırnaklarıyla kazıya kazıya bu hale getirdikleri,  resmi daire kapılarını aşındırmak pahasına da olsa haklarını rantiyecilere kaptırmadıkları ve malesef günümüzün geçer akçesi olan 'hak verilmez alınır' düsturunun uygulandığı en taze örneklerden. Kuzguncuk sahiline yürüyerek 5 dk. mesafede ve geniş bir alana kurulmuş.


Çocuklar için küçük ama bakımlı ve temiz oyun alanı, büyükler için sebze-meyve ekip biçtikleri hobi bahçesi, yürüyüş sevenler için uygun yollar var. 


İçinde paranız geçmiyor. O yüzden hele ki küçük çocuklarla gidiyorsanız yiyeceğinizi içeceğinizi yanınızda bulundurmalısınız.


Ağaçların arasına gizlenmiş bu banklar da oturup dinlenmek, kitap okumak, oyun alanında güneşe aldırmadan oyunun tadını çıkaran çocuklarınızı seyretmek için biçilmiş kaftan :-)


Bostan'dan yukarı doğru çıkarken önünden geçmeye mecbur olduğunuz, her seferinde çocukların vitrinin camına yapıştıkları ve fakat bir türlü açık göremediğiniz cazip mekan; Çikolatacı!
Velhasıl-ı kelam; yolunuz İstanbul'a düşerse buraları gezmeden dönmeyin derim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder