26 Ocak 2016 Salı

İstiridye Mantar Sote... "Vatan yahut Sömestre" Algısına Muhalefet :-))


Mantarın lezzetine bayılanlardanım. Zehirlenme ihtimalini hesaba katmasaydık her türlüsünü de yerdim sanırım. Emin olarak yediğim iki mantar türü (istiridye ve şu her yerde satılan beyaz yuvarlak mantar) arasından ise istiridye mantarı açık ara önde :-) Özellikle semt pazarlarında bulma şansına sahip olduysanız bu tarifi mutlaka denemelisiniz. 



Mantarları içinize sinecek şekilde güzelce yıkayıp küçük kuş başı büyüklüğünde doğrayın. (Toprak tavanız varsa mutlaka onu tercih edin.) Doğranmış mantarları en kısık ateşte suyunu salıp tekrar çekene kadar kavurun-pişirin. Üzerine yazdan kalma domates sosundan damak zevkinize göre ilave edin. Ben birebir tercih ediyorum; yarım kilo mantara yarım kilo sos. Sosuyla da iyice özleşene kadar pişirmeye devam edin. En son tuzunu ekleyin. Bir taşım kaynatıp demlenmeye bırakın.




Gerek İnstagram'da gerek blog dünyasında takip ettiğim hesapların pek çoğunda yarı yıl tatiline güzelleme (!) lerle karşılaşıyorum sık sık. Bizim tatilimiz bu fotoğraftaki gibi geçiyor. Sabah uyandığımız andan gece yatana kadar canımız ne isterse onu yapıyoruz.


Bir şeylere yetişme ve yetiştirme telaşına düşmeden... Havayı içimize çeke çeke yürüyoruz... Kah bisikletle kah yürüyerek istediğimiz yere gidiyoruz. Canımız kahvaltı hazırlamak istemiyorsa köşedeki börekçi ne güne duruyor? 


Şehrimizde -eksikliğini hiç de hissetmediğimiz- AVM olmaması ve ihtiyaçlarımızın neredeyse tamamını üreticiden karşılamamız sebebiyle süpermarketlere gitmiyoruz. Ama büyükşehir çocuğu bunlar, arada canları istiyor, buranın en büyük marketine gidip reyonlarda amaçsızca geziyoruz. 'Bu ne işe yarar?' oynuyoruz. Özellikle elime aldığım bir ürüne; "Eveeeettt, çok güzelsin. Hımm faydalı bir şeye benziyorsun; ama sana ihtiyacım yok, teşekkür ederim" ya da mevsim dışı meyvelere; "kandıramazsın biziiiii, senin daha zamanın gelmedi, yoksa sen süs müsün?!!!" diyorum. -Ama anne, çok güzeeellll... mızıldanmalarına; evet gerçekten çok güzel! bir gün gerçekten ona ihtiyacımız olduğunda aklımıza ilk burası gelsin olur mu? diye cevap veriyorum. 


Alıp başımızı büyük büyük seralar gezme imkanımız da var. Ve bunun maddi bir karşılığı olması da şart değil! Ben sıra sıra dizilmiş fidanların yapraklarından ünsiyet geliştirmeye çalışırken varsın çocuklarım bahçe süslerine ilgi duysunlar. 


Varsın çiçeklerle, köpeklerle konuşsunlar. Kızçe;
-Uyyyy, sen eşşek misin? Ama tek kulağın kırılmış. O zaman sen gerçek eşşek değilsin galiba. Bakayım, evet değilsin. :-)) 


Alttaki günlük rutinimi yazdığım defter. Püsküllü ayraç, benimle birlikte okuduğum kitaplarda gezen sadık arkadaş.. Ki o, uzaaaak memleketlerden ilk ayrılıkların bitimiyle geldi bana.. Bisiklet desenli mini defter; bir kitap alışverişim esnasında kotamı doldurmak için öylesine aldığım, bir süre göz zevkim için seyrettiğim... Şimdilerde kızçenin özel "an"larının emanetçisi...

x               x              x

Çocuktur daa! (karadeniz şivesiyle)

Kahvaltıda oğlum kızarıp bunalmaya başladı birden. Sıkıntılandı. Bir huzursuz, biraz kaygılı. Durup durup ateşini kontrol ettiriyor. Sabahtan beri öpüp koklamışım, biliyorum bir şeyi yok. Yine de endişeleniyorum;
-Neyin var oğlum?
-Ya bilmiyorum.
-E bir şeyin yoktu. Ne hissediyorsun?
-Biliyorum, biliyorum çok zor, ama, işte, yani, şey, inanmayacaksınız ama....
-Ay lütfen...
-Ben, ben bilgisayar oyununda zehirli mantar yedim de, zehirlenir miyim?

:-))))))))


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder