30 Temmuz 2015 Perşembe

Çay Sohbeti Getirir...

Ailelerimizin bulunduğu şehirlerden farklı bir yerde yaşamak bize ilk defa evimizde bayram sabahı kahvaltısı yapma imkanı sundu. Gerçi biz bütün bayram kahvaltılarını kayınvalidemde yapmayı seviyorduk ve hatta çocuklar da aramıza katılınca bu adetimiz daha keyifli hale gelmişti ama evimizde bayramı karşılamak da güzelmiş doğrusu. 


Kahvaltıdan sonra tabii ki çarçabuk toparlanıp soluğu Otogar' da aldık. Günlerce öncesinden başladığı söylenen, erkenden yola çıkanların şikayetlerini peş peşe sıraladığı 'İstanbul trafiği' bizim için bir şehir efsanesi (!) olmaktan öteye geçemedi :-) Rahat bir yolculuktan sonra büyüklerimizin ellerinden, küçüklerimizin gözlerinden öpme vakti geldi. Yolculuğumuzun bir yerinde oğulçeye babasıyla bayramlaşıp bayramlaşmadığını sorduğumda 'daha bayram gelmedi ki, şöyle bir sakince dedemlere gidelim de bayram başlasın' diyerek çocuk muhayyilesinde, bayram havasıyla onu, bir kaç nesil bir arada karşılamayı özdeşleştirmiş olduğunu anlatıverdi. 
Bayramın ikinci günü her sene olduğu gibi Türk Ocağı' ndaki mensup-misafir, yaşlı-genç, öğretmen-öğrenci bayramlaşmasına katıldık. Yukarıdaki fotoğraf oranın tarihi salonundan. Çocuklarımız için hatırda kalanların en güzellerinden anılar.. 


Sultanahmet meydanındaki Firuz Ağa Camii bilmem kaçıncı kere minbere tırmanmaya çalışan afacan ziyaretçilerine karşı her zamanki gibi müşfik..
Bir güne sığdırılan, telaşla girilen evlerden bol muhabbetle ayrılınan bayram ziyaretlerimiz.. Hep nazımızı çeken, evinden önce gönül kapılarını bizim için her daim açık tutan sevgili hocam Muhterem Yüceyılmaz (çocuklarım için Muhterem anneanne) Fatih Cami'nin kedileriyle özdeşleşince ziyaret listemizde hep baş sırada oldu. Muhterem hocamın evine tok gidilmez, kural biiiirrr. Eli dolu gidilmez, gidilirse götürülen hediye aynen paketlenip koltuğunuzun altına nazikçe sıkıştırılır, kural ikiiii.... Hemen her defasında kapısından girdiğimiz andan itibaren gönüllerimiz hoş edilir bu evde. Bu sefer biraz sıkışık zamanda gittik, 'aman hocam, canım hocam, çay-kahve istemeyiz, yemek yedik ya daha ne olsun' itirazlarımız 'Çay sohbeti getirir' sözüyle geçildi ve iyiki de öyle oldu. Ayrılmamıza yakın son çıkan kitabını ailemize imzalayarak hediye etmesinden sonra kazandığım inci de bu söz oldu...


Bayramdan sonra oğulçenin ikinci kızçenin ilk Oyuncak Müzesi ziyaretini gerçekleştirdik. Müze hakkında intibalarımız ise şöyle;


Yıllar içinde (biz yaklaşık 3 yıl önce ana-oğul gelmiştik) oyuncak ve etkinlik çeşitliliği bir hayli artmış. Burayı 4 yaşındaki bir çocukla gezmekle 7 yaşında, aklı başına gelmekte olan bir çocukla gezmek arasında dağlar kadar fark varmış. İlk gelişimizde dikkat edeceği şeylere yönlendirmek için epey uğraştığım oğlum bu sefer bana rehberlik yaptı neredeyse. Her odayı hatta vitrini dakikalarca inceledi, yazılarını okudu, yorumlar yaptı, sorguladı, ülkeleri oyuncakları üzerinden karşılaştırdı. 


Bu bölüm özellikle benim dikkatimi çekti. Üretimi 1950 yılında duran tarihi Eyüp Oyuncakçısı'nın canlandırıldığı bir oda. Son oyuncak ustası ve dizinin dibinde okul önlüğüyle imalat yapan Müjdat Gezen. Sanatçı ilkokul yıllarında boş vakitlerinde oyuncak atölyesinde çalışırmış. Tamamı tahta, toprak gibi gerçek malzemeler kullanılarak üretilmiş oyuncaklar çocuklardan çok benim dikkatimi çekti. Her türlü görsellerle desteklenen, hayal gücünü beslemek için aracı olmaktan çok başlangıcı ve bitişi kendinde toplayarak amaç haline gelen oyun ve oyuncaklara alışmış bu çağın şanssız çocukları için, el üretimi bu oyuncaklar tabii olarak sönük kaldı.



'Neden, neden bu oyuncaklar benim zamanıma yetişemedi ya da ben onların zamanında doğmadım?' diye eseflenerek vitrinleri gezen oğulçe..


3,5 yaşında müzeyi ziyarete gelen kızçeyle bizim durumumuz ise ilk gelişimizden farksızdı. 'Onun tokası, o bebeğin ayakkabısı vs....' seviyesinde kaldı onun dikkatleri. 





Müzenin hemen çıkışında kurulmuş dev satranç meydanı. 

Denizaltı atmosferi tasarlanarak oluşturulmuş ve çocuklara özel kolaylıklar sağlanmış tuvaletleriyle (çocuklara uygun klozet vardı ama ellerini yıkamaları için lavabo yoktu), konularına, dönemlerine, coğrafyalarına göre bölümlendirilmiş binlerce oyuncağıyla, kafeteryasıyla oldukça emek harcanmış özel bir mekan Oyuncak Müzesi. Mutlu mutlu gezdim açıkçası. Fakat... Böyle bir mekanı gezmenin, sunulan birbirinden cazip etkinliklerden istifade edebilmenin, yorulunca çocuklarla şöyle bir oturup limonata içebilmenin maddi karşılığı daha makul olmalıdır. 3 yıl önce geldiğimizde Faber Castell'in sponsorluğuyla düzenlenen boyama-yapıştırma gibi etkinliklere cüz'i bir ücret ödendiğini hatırlıyorum. Fakat bu gidişimizde origami günüdeydik ve müze giriş ücreti dahil 40 tl kişi başı ücreti vardı. Yanılmıyorsam bir saatlik bir etkinlik ve kullanılan malzeme el işi kağıdı. Seramik vb. atölyeler ise 60 tl ye kadar çıkabiliyor. Limonatasının Pelit' ten özel getirtilmesi ve Pelit fiyatına bir de müze katkısı eklenmesi abartıdır bana göre. Daha sade tercihlerle ve biraz da işin maddi olmayan kısımlarına kıymet vermekle bu tarz mekanlar daha ulaşılabilir olur. Eğer mekana yapılan yatırım ileri sürülecekse de ufak bir hesaplamayla kurulduğu günden bugüne kadar kendi kendini amorti ettiğini tahmin etmek zor değil. 
Müzeden amaç sergilemek, elinde bulundurulan kıymetleri herkes için bir görgü vasıtası haline getirmekse, işin maddi kısmı geri planda tutulmalıdır. Zira müzeler de toplumu ileri götüren mihenk taşlarındandır. 


Evlilik telaşına ve üniversitede sarf ettiği tam mesaili çalışma temposundan arta kalan tatilinin kısalığına rağmen hatırımızı kırmayan sevgili arkadaşım Betül günümüz boyunca bize eşlik etti. Müzenin yakınlarındaki İntaş Parkı' nı sayesinde öğrenmiş olduk. Çocuklar topraktaki özgürlüklerinin tadını çıkarabildiler. 

Poz vermek de bir hünerdir neticede :-))

Hala  ve enişteyle, hem de öğlen sıcağına aldırmadan gidilen
Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi

Yaz günlerinin tadı açık havada, açık havanın tadı su tabancasıyla çıkar değil mi ya!



2 yorum:

  1. Merhaba size nasil ulasacagimi bilmedigim icin buraya cok alakasız bir yorum yapicam simdiden bunun icin ozur dilerim.Ablamin bi saglik sorunu var ve devasi yaban mersini yapragı ve çekirdegiymis.arastirirken sizin sormabulmadunyasi blogundaki yorumunuza denk geldim.Orda yaban merisinini karadenizde bir yerden siparis ettiginizi yazmissiniz taze olarak mi geliyo?ne kadara getirtiyosunuz?kac gunde geliyo?gelen meyvesi cekirdekli mi?ben istanbulda yasiyorum ve hic bi yerde bulamadim yardimci olursaniz cok sevinirim cunku gercekten cok ihtiyacim var :(

    YanıtlaSil
  2. Estağfirullah. Ablanıza Allah şifa versin. Ben internetten alıyorum. Ama her sene haziran ayında tazesi temin edilebiliyor. Kurusu ve yaprağı, marmelatı vs. her zaman bulunabilir.
    http://yabanmersinim.org/ adresinden daha ayrıntılı bilgi alabilirsiniz. Meyve çekirdekli diyemem, yani çok küçük çekirdekleri var, benim çocuklarım rahat yiyebiliyor.

    YanıtlaSil