22 Aralık 2014 Pazartesi

Minikler İl Birinciliği Satranç Turnuvası...


    Çocukluğumdan kalan en güzel hatıralarımdan biri de babamın bize satranç oynamayı öğretmesidir. O zamanın ve ailemizin şartları sebebiyle bu alanda profesyonel bir destek alamadık tabii ki ama mutlu hafta sonlarımızın vazgeçilmeziydi satranç oynamak.
Annemin kucağında birimiz, babamın kucağında diğerimiz 'güya' mücadele ederdik. Yıllar geçti ve ben, oğulçem 4 yaşındayken, anaokulundan fena halde bıkmışken, 'evimize yeni kardeş geldi, annem artık sadece benim değil' krizlerinin ayyuka çıktığı günlerden birinde çıkardım satranç takımımızı. Takımımız hazırdı, yol arkadaşımla gezip gördüğümüz her yerden oğulçeye bir hatıra alma alışkanlığımız sayesinde Edirne'nin Selimiye Çarşısı'ndan beri bugünü beklemişti.
     Önce her taşı rastgele dizdik, her seferinde farklı bir yere, daha doğrusu oğulçe nereye isterse oraya. İki farklı rengin askerleri kıyasıya çarpıştılar sonra. Gerçekten çarpıştılar, rakibin taşına 'hooooppp!!! pat!!!' yaparak tahtanın cebine düşürme yarışması yaptık. Böylece mini mini eller taşlara da tahtaya da alıştı. Bir yenilmeye alışamadı :-) Sonra her hafta tek bir taş öğrettim ona. Tahta üzerinde nasıl hareket edeceğini öğrendi. Taş sayısı artana kadar bütün savaşı tek taş üzerinden ya da öğrendiği taşlar üzerinden kurguladık. O tek taş/lar, hamle sırası kendine geldikçe gidip rakibin taşlarını usulüne uygun olarak yedi. Yavaş yavaş bütün taşları öğrendi. 'Atlar L çizer' diyemedim tabii ki o yaştaki çocuğa, 'bir ileri iki ileri bir yana...' Bu şekilde kavramlar oluşturduk ikimiz. Ve keyifle öğrendi taşların hareketini, sırasını beklemeyi, sabretmeyi...
     Oğulçe en çok da, evimize gelen anne-babasının arkadaşlarıyla oyuncaklar haricinde ortak bir dil kullanabilmeyi sevdi. Babasının büüyyüüüükkk arkadaşlarıyla, koca koca adamlarla karşı karşıya oturup ciddi ciddi oynadı olabildiğince ve kendisiyle nasıl da gurur duydu. 
     İlkokul'a başlayınca da okulun takımına kaydolanların belki de en heyecanlısıydı. Öğretmenini ve takım arkadaşlarını sevdi. Her hafta sonu heyecanla, aksatmayı hiç istemeden gittiği tek yer orası oldu. 
    Geçtiğimiz hafta sonu İl bazında Turnuva düzenledi Satranç Federasyonu. Kaydını yaptırdık ve iki gün süren 5 turun 2 sini alarak tamamladı müsabakayı. Öğretmenine göre daha iki aylık disiplinli öğrenme sürecinden sonra gayet iyi bir skordu ama madayla merasiminde yarıştığı ama yenişemediği arkadaşlarının madalyaları takıp da kendisinin alamadığını görmek onu çok üzdü. O kadar çok ağladı ki... 
    Canım oğlum... İnsan nasıl gün görür, tecrübelenir, bilir misin? Yaşadıkça; acıyı da tatlıyı da... Acısını içselleştirip yine kendi içinde sardıkça yaralarını güçlenir. Üzüntüye, sıkıntıya karşı aşılanır, bağışıklık kazanır. Mutlulukları ise en büyük kaçış yeridir beyninin. Gün gelip gerçekten çok ciddi sıkıntılar yaşadığında, beyin o mutlu hatıralara kaçarak kendini iflas etmekten korur. İşte o sebeple 'ÇOCUKLUK ANA VATANIDIR İNSANIN...'(Doğan Cüceloğlu) Ve asıl bu sebeple çocuklukta yaşanan her şey çok özeldir...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder