5 Haziran 2014 Perşembe

Ahçik'i Yolladım Urum Eline...; Elazığ Gezisi'nden Kalanlar..

Ahçik'i Yolladım Urum Eline

Ahçiği yolladım Urum eline
Eser Bad-ı Saba zülfün teline
Gel seni götürem İslam eline...

Serimi sevdaya salan o Ahçik
Aman o Ahçik civan o Ahçik

Elazığ yöresine ait olan bu türküyü Erkan Oğur-İsmail Hakkı Demircioğlu yorumuyla dinlemenizi tavsiye ederim. Dinlemek için buraya tıklayın.

Harput Kalesi
 Geçtiğimiz pazartesi ve salı günü yakın bir arkadaşımızın düğünü için Elazığ'a davetliydik. Önce anneanne ve dedelerin gönüllü kabullerine çocuklarımızı binbir naz ve sitem dinleyerek emanet ettik, evin kapısı kapanınca böyle bir şey yaşayabildiğimize inanamadık, sonra da acaba doğru mu yapıyoruz tereddütleriyle yola çıktık.. İşte böylece yol arkadaşım ve ben yıllar sonra bile unutamayacağımız iki güzel gün yaşadık. Uzuuuuunn ve bol fotoğraflı bir gezi yazısına var mısınız :-)
Öncelikle gezimiz boyunca yukarıda sözlerinin bir kısmını aktardığım ve linkini verdiğim türkü kulaklarımdan gitmedi diyebilirim. 
Harput Kalesi ve diğer eserlerle ilgili internetten çok detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz biliyorum. O sebeple ben bütün yazımda sadece mihmandarımızın bize anlattıklarını aktarmakla yetineceğim.
Harput Kalesi M.Ö. 8 yy. da Urartular zamanında yapılmıştır. Konumu itibariyle Elazığ'ın önemli bir bölümüne hakimdir. Halk arasında Süt Kalesi olarak da bilinir. Çünkü kalenin harcı sütle karılmıştır.

Eğri Minare-Ulu Camii
 M.S. 1156-57 yıllarında yapılmıştır. Anadolu'nun en eski camilerindendir ve Harput hükümdarı Fahreddin Karaaslan tarafından yaptırılmıştır.

Ulu Camii iç avlusu
 Damat olan arkadaşımız Elazığ'lı fakat 15 yıldır İngiltere'de yaşıyor, bir üniversitede öğretim üyesi. Bu kadar uzun zamandır Türkiye'de bulunmamasına rağmen ailesini ziyarete gelişlerinde eski dostluklarını da ihmal etmemiş. Bunu düğün esnasında etrafını kuşatan o muhabbetin düğün ertesinde sırf onun davetlisi olduğumuz için bize de sirayet edişinden anladık. Bize rehberlik eden kişiyi düğün yerinde bizimle tanıştırdılar ve eve dönüş yoluna girene kadar da bizi çok güzel misafir etti. Bütün anlattığım yerleri ve daha fazlasını gezdirdi. 

Harput Kalesi'nden bir manzara
Buğra (rehberimiz) damadın çocukluk arkadaşı, İstanbul Yeditepe Üniversitesi eczacılık bölümü mezunu. Okulunu bitirir bitirmez memleketine dönmüş ve babasının da gayretiyle eczanesini açmış. Gezimiz boyunca küçük yerde esnaf olmaktan başlayıp şehrin tarihi dokusundan çıkan uzun sohbetler yaptık. Hem mesleğinin hem de insanlığının farkında olan biriyle tanışmaktan çok mutlu olduk. 

Buz Mağarası'nın girişinden Keban Gölü
 Fakat mağaranın ağzının kayalar kapladığı için dar olan kapısından girmeye cesaret edemedik.


Buğra sağ olsun gün boyunca sürekli bize bir şeyler yedirip içirme telaşındaydı. Günün sonlarına yakın yine 'ne yiyelim?, bakın şu çok güzeldir' teklifine abartıdan kaçamayarak 'ben hayatımda bu kadar yemek yemedim, artık hiçbir şey yemek ve içmek istemiyorum' dememize rağmen 'bizim buralarda misafir ikramsız bırakılmaz' diye cevap verdi ve konuyu tatlıyla bağladık :-)))) Buraya öğle yemeği için gittik, yolda 'sizi öyle bir yere götüreceğim ki hiç işiniz olmasa bile; Buğra bizi oraya yemek yemeye götür demek için tekrar Elazığ'a geleceksiniz' dedi. Bizim gibi yemek yemek için yaşamayanlar için çok garip bir sözdü bu ama yemeklerimizi yiyip de ona hak vermemek mümkün olamadı ne yazık ki :-)))
Çok şükür farklı şehirleri gezme imkanımız oluyor ama ben ilk defa bir Doğu Anadolu şehrine gidiyorum. Ve yine ilk defa bize turist gibi bakmayan esnafın samimi sohbetlerine ve ikramlarına şahit oldum. Hatta girdiğimiz bir dükkanda orta yaşlı bir beyefendi benim hatıra olsun diye almak istediğim yüzük için 'o zaten İstanbul'dan geliyor, buradan almanın anlamı yok' diye beni uyardı ve yol arkadaşım için beğendiğimiz tesbihi de seyyar satıcıların tezgahlarındaki boncuk tesbihler için biçtikleri paha olan bir fiyatla, siz misafirsiniz, diyerek sattı. Çay ikramına 'biz şimdi içtik' cevabı verdiğimizde bir yandan çay söylerken bize öyle bir baktı ki sonrasında 'galiba buralarda ikramı reddetmek çok büyük ayıp sayılıyor' diye düşündük. 
  
Aile mezarlıkları
 Benim çok ilgimi çeken mezarlıklarda fotoğrafta gördüğünüz gibi geniş parsellere ayrılmış bölümler var. Aileler genel olarak zengin ve şehir merkezinde çok güzel evlerde yaşıyorlar. Ama buradan yer alan her aile, kendileri için, daha hiç ölüleri olmamasına rağmen böyle geniş mezarlıklar alarak ölümü de hiç unutmadıklarının mesajını veriyor bana göre. Ev parseller gibi mezarlık alarak ölüme hazırlanmak benim hiç de aşina olmadığım anlayış.. :-(((

Çırçır Şelalesi'nin girişi
 Buğra Harput Kalesi'nden sonra Keban Barajı'na götürdü bizi. Ama baraj kenarında hiçbir şey olmadığı için Çırçır Şelalesi' nde mola verdik. Tesisin girişinde geçilen bu köprünün iki yanından böyle ince şelaler akıyor. Bu suların biriktiği noktada da aşağıdaki resimde gördüğünüz balık çiftliklerini yapmışlar.




Havuzların yanı başına masalar yerleştirmişler. İsteyen konuklar bir yandan havuzdaki balıklara bir yandan asıl büyük şelaleye bakıp çay içiyor isteyenler de havuzdan balık seçip pişirtebiliyor. Biz zaten tok olduğumuz için demlikle servis edilen çayımızı içtik. Ve şelalenin sesiyle sohbet etmeye çalışmaktan sesim kısıldı :-))

Çırçır Şelalesi'nin ana damarı

Şelalenin akarsuyla kavuştuğu yer

Kapalıçarşı'da kasap tezgahları
 Doğala çok meraklı olduğumuz için hep yöreye has bir doku, mekan, ürün, müzik aradık durduk. Üzülerek çok çok az bulabildik aradığımızı. Bulduklarımızın da hemen fotoğrafını çektik. Şu yukarıdaki tezgahta soldan sağa mumbar, hiçbir işleme tabi tutulmamış işkembe, kokoreç ve kelleler diziliydi. Bu ürünlerin tamamını ben hayatımda ilk kez bu halleriyle gördüm. Biz yoğun kimyasallarla ağartılarak temiz görüntüsü verilmiş hallerini bildiğimiz için bu görüntüyü yadırgadık ama hiç rahatsız olmadık. 

Kadayıf tezgahı ve kırk yama çantalar
Çarşının havası bu şekildeydi. Çarşı genel olarak gıda üzerineydi. Ama Elazığ'da bile manav tezgahlarında 'yerli salatalık' gibi ilanlar görmek üzücüydü. İstanbul gibi nüfusu milyonlarla ifade edilen büyük şehirlerde gıda ihtiyacını temin edebilmenin zorluğunu belki anlamaya çalışırım ama Elazığ gibi yüz binlerle zikredilen nüfusu barındıran şehrin halkı kendi sebzesini yetiştiremiyorsa, yöreye has hiçbir el sanatı kalmadığını bizzat yörenin esnafı dillendiriyorsa, biz oralardan hatıra getirebilmek için tırım tırım gezip yine de yiyecek haricinde hiçbir şey bulamıyorsak bu can acıtıcıdır. 
Bütün bunlara rağmen çocuklarıma göre kendimi şanslı hissettim. Kimliğimize ait unsurlar Çırçır Şelalesi'nin cılız kolları kadar olsa da vardı, oradaydı ve biz o havayı koklayıp o sulardan içtik. O türküleri dinledik, misafir olmanın hazzını yaşadık. Çocuklarımızın da bu kaynaklardan beslenebilmesi ümidiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder