4 Kasım 2015 Çarşamba

Aşurenin Lezzeti Hikmetten Gelir...


Muharrem ayının heyecanı Zilhicce'den başlar bizim kültürümüzde. Kurban bayramının tatlı telaşı bitip, yorgunluklar giderilince Aşurenin hasreti hatırlanır ve takvim yapraklarından hesaplanmaya çalışılır kat edilecek mesafe. 
Yatsı kılınmadan başlardı sabahki koşturmacanın ön hazırlıkları babamın doğup büyüdüğü ocakta. Ve sabah namazının abdestiyle kazan konulurdu odun ateşinin üstüne. Tarifini evlenene kadar bilmedim ben. Ama çocuk muhayyilemden hiç silinmeyecek kadar net hükmü vardı aşure ritüelinin. Hiç kimsenin gönlü kırılmasın, aman bir kapıyı atlamayın, bir kepçe de olsa herkes nasiplensin diyerek evimizin sağından solundan önünden ve ardından komşu hesabı yaparlar ve henüz dumanı tüten aşureyle doldurdukları beyaz çinko kovayı elimize tutuştururlardı rahmetli babaannem ve canım annem. Kepçeyle kova ablamın, tarçın-ceviz ve kavrulmuş susamın içinde karıştırıldığı poşet benim elimde çıkardık mahalleye. Didişe didişe ve merakla çalardık kapıları sırasıyla. Bütün evler bahçeliydi babaannemin mahallesinde. O bahçelerden geçip de kapılara varana kadar ablam bazen beni korkutacak şeyler uydururdu, ben inanırdım. Ama açılan kapılarda hep gülümseyen insanlar. hal hatır sormalar, selam göndermeler, Allah kabul etsin dualarıyla yolcu etmeler... Bir keresinde çaldığımız kapıyı yerde sürünen bir yaşlı teyze açmıştı. Duran nenenin aşuresi mi bu? Aaaa bak onunki tatlı olur hep yapar sağ olsun, çok koy evladım ben severim aşureyi.. diyerek tabağını uzatmıştı da biz çok şaşırmıştık. Eve gidene kadar konuşmuştuk o kadın hakkında sonra. Heyecanla tarif edip anlatmıştık babaanneme de, (ne kadar da gençti o zamanlar) iyi yapmışsınız çok koysaydınız, o falanca ninedir, kireçlenme oldu ayaklarında, demişti. O zamanlar biz hayata dokunurduk...


Allah' a şükür evlendiğimden beri hep yuvamızda aşure kaynatmak, konu komşuya ikram etmek. eş dost davetlerini aşure pişirdiğim güne denk getirmek nasip oldu. Kayınvalidem de bütün çocuklarıyla haberleşip hepimizin müsait olduğu günü tespit eder ve aşuresini o gün pişirirdi. Bir keresinde tam pişirdiği anda oradaydım da, tencerenin başında yasin okuyup hiç konuşmadan kapakta biriken buharı yüzüme gözüme başıma sürmüş ve hastalık görmeyesin, diye dua etmişti. 
İnsana en büyük nimetlerden biri de yaşarken biriktirmek ve biriktirdikleriyle pişmek galiba. İşe yaramayan kabuklarından azade olup asıl yaradılış amacına göre kıvam bulmak...


250 gr. buğdayla başlayan aşure yolculuğum bu sene kemale erdi ve 800 gr. ölçüsüyle hazırladım. Bizim evin her ferdi misafiri sever (gönlüne yük olmayan, beklentilerini muhatabının şahsiyetiyle  ve dahi içinde bulunduğu şartlarıyla sınırlı tutan, misafir olmanın edebini kibrine tercih eden misafiri) de fasülyelerim daha bir ayrı sever. Oğulçe 1.5 yaşındayken evimizin camındaki demirlere çıkar yoldan geçen çocuklara 'abi! abi! bak benim oyuncaklarım var, bize gelsene oynalım' diyerek sokaktan misafir devşirmeye çalışırdı. Çocuklarımızın ruh iklimlerine uygun hareket etmeyi benimsediğimiz için de yuvamız hiç misafirsiz kalmadı, kalmaz çok şükür. Bu sene de aşuremizin nasiplisi çoktu hamd olsun. 
Fotoğrafta en öndeki bardaktakiler oğulçemin sınıf arkadaşları için hazırladıklarımız. Arkaya doğru komşular, veli kahvesinde evime konuk olacaklar ve hane halkı için :-) Hane halkı kısmı nicelik bakımından az olduğu için ikinciyi pişirmek şart oldu :-)
Gelelim tarifimize...
Malzemeler;
800 gr. buğday (akşamdan bir kaç su yıkanıp bir tencereye üzerini bir karış geçecek kadar su konup bir taşım kaynatılacak ve ocak kapatılacak.)
2 sb. fasülye (akşamdan ıslanacak)
2.5 sb. nohut (akşamdan ıslanacak)
3 sb. yer fıstığı (çiğ olarak alıp kavuruyorum ben. Fasülyelerim de ayıklıyor)
1/2 kilo kuru incir
1/2 kilo kuru kayısı
2 sb. kuru üzüm
1 sb. kuş üzümü (kuru meyvelerin hepsini doğrayıp az su ile akşamdan ısladım)
15 tane karanfil (aşure pişmeye yakın 1 sb. suda kaynatılıp suyu aşureye konacak)
yaklaşık 3 kilo şeker

Üzeri için;
susam, tarçın.ceviz, nar....

Ben de sabah namazında başlıyorum aşure yapmaya ve yaklaşık 4 saatte hazır oluyor. Baklagillerin hepsinin birden ocakta altını yakıyorum. Buğdayı iyice pişene kadar hiç karıştırılmamak üzere (yoksa dibi tutar) aşureyi pişireceğim tencerede kaynamaya bırakıyorum. İyice özü çıkıp da taneleri belli belirsiz hale gelene kadar ihtiyaç oldukça su ilavesiyle kaynatıyorum. Fasülye ve nohutu da kendi tencerelerinde ayrı ayrı pişiriyorum. Çok az suları kalıyor. O suyun içinde buğday pişene kadar demleniyor. Buğday hazır hale gelince önce fasülye ve nohutu sularıyla birlikte buğdaya ekliyorum. Yarım saat pişiriyorum artık karıştırarak. Bu safhadan sonrası önemli. 2 dk. da bir iyice karıştırmak gerekiyor. Kuru yemişleri de suyuyla ekliyorum. Böylece vitaminleri de tadı da içinde kalıyor. Kaynatıp süzmek doğru gelmiyor bana. Özleşene kadar kaynatmaya devam ediyorum. Fıstıkları, şekeri ilave ediyorum. Şekeri ekleyeceğim anı şöyle anlıyorum; bütün malzemeler birbirleriyle özleşmiş, aşurenin kıvamı oldukça yoğunlaşmış ve karıştırmak iyice zorlaşmışsa bence artık şeker istiyordur. Şekeri ekleyince kıvam normale döner ve kaşık rahatlar :-) Tamam, oldu dediğim anda karanfil suyunu da döküp iyice bir daha karıştırıyorum. Ocağı ve kapağını kapatıyorum ve yarım saat dinlendirip kaselere paylaştırıyorum. İyice soğuyup kaymak bağlayınca süslemek daha rahat oluyor ama sabredebilirseniz :-)
Not; Bu usülle pişen tatlılarda şeker oranını da şöyle ayarlıyorum; son şekeri de verip tadına baktığımda tadı tam gibi gelirse bir miktar daha şeker ekliyorum, bu da soğuma payı. Çünkü tatlı soğudukça şeker tadı azalıyor. Bir de Trakya'da aşureye tatlı mısır tanesi konulduğunu gördüm. Bana göre çok yakışmıştı ama almayı unutmuşum. Tercih edilebilir.


3 yorum: