21 Haziran 2014 Cumartesi

Domatesli Peynirli Kiş...


     Oğulçemin dünyaya gelişiyle birlikte mutfağımda sağlık reformu yapmaya karar verdim. Hem yazılı hem görsel hem sanal medyadan ve en önemlisi sözlü kültürden, kaynaklardan ne bulduysam derledim topladım, biriktirdim. Bu konuda bilgilendikçe derinliğini kavradım, ehemmiyetini idrak ettim. Bu sefer de elimdeki kaynakları ayıklamaya başladım. Çünkü her moda olan şey gibi sağlıklı beslenme ve hayat da mit haline geldi yavaş yavaş. Başta insanlar bilgileniyor diye heyecanlanıyor ve her bildiğimi büyük bir şevkle anlatmaya çalışıyordum. Sonra sonra gördüm ki 'sağlıklı hayat' acımasız bir reddiyeciliği de beraberinde getiriyordu. Acıyı reddetmek, hastalığı reddetmek, sağlıksız ve dertli insanları, sohbetleri reddetmek zihinlerde ulaşılmaz bir konformist algı oluşturuyordu. Bu algı insan bencilliğiyle birleşince bedeni sağlıklı ruhu hasta bireyler ortaya çıkmaya başladı. Ki insanlıksa önemli olan bu gelinen nokta yekdiğerinden daha vahim bir sonuçtur bana göre.
     'Benden sonra tufan' anlaşıyını insanlığa yakıştıramıyorum. Herkesin imkanları farklı olduğu gibi herkesin kıyameti de farklıdır bana göre. Kimi hastalıktan ibret alır ahiretini mamur kılar, kimi sağlığının kıymetini bilir, şükrünü yapar ve sağlığının, huzurunun sadakasını, zekatını yardıma ihtiyacı olan gönüllere hizmetle öder. 'Her nimetin sadakası kendi nevindendir' düsturuyla insanlık adına hislenir, üzülür ya da sevinir, verir. Hesaplamadan verir, karşılık beklemeden verir. Ve bu dünyanın da bu vücutların da emanet olduğunu bilir. Emanetin sorumluluğunu taşır. 
     Sonuçta kendi yuvam için şöyle bir denge tutturmaya başladım; Az ve sade olanla yaşamak. Bazen imkanlarımın kısıtlılığından (ki bu da benim tercihimdir, önem sıralamamın neticesidir) bazen çevremdeki ihtiyaç sahiplerini gördükçe sahip olduklarımın vebalinden kortuğumdan hayatımı sadeleştirmeye başladım. Buna maddi, manevi her şeyi dahil edebiliriz. Böylece gördüm ki zaten sadelik fıtrattandır. Hastalıklar kompleks beslenmeden, koşturmacalardan, yaşantılarımızın anlamsızlığından beslenir. Çocuklarıma da bu anlayışı miras bırakmayı ümid ediyorum...

Tabağımın hazırlığında kızçenin katkılarını seyretmek işin en zevkli tarafıydı bence...

     Tarif 'Beyaz unsuz şekersiz hamur işleri' kitabından alındı. Damak tadınız yağlıya yatkınsa bu tarifi de seveceğinizi tahmin ediyorum.

Malzemeler;

Hamuru için;
3 su bardağı tam buğday unu
1 tk. kaya tuzu
1 yumurta
3 yk. soğuk su
5 yk. küçük doğranmış soğuk tereyağı

Üzerine;
1 avuç ekmek kırıntısı (kurutulmuş)
4 orta boy domates
1 çy k. kekik
1 çimdik karabiber
1 sb. sıvı süt kreması (ben biriktirdiğim süt üstü kaymağı biraz süt ilavesiyle çırparak kullandım)
1 sb. ufalanmış beyaz peynir



       Hamur malzemelerini yoğurup 24 cm. çapında bir cam tepsiye (tarifte yuvarlak tavsiye ediliyor ama benim o büyüklükte yuvarlak tepsim olmadığı için kare borcam tepsimi kullandım) yerleştirin. Elinizle iyice bastırarak her yerinin eşitlenmesini sağlayın. Sık sık çatalla delerek kabarmasını önleyin. Üzerine hiç boşluk kalmayacak şekilde ekmek kırıntılarını serpiştirin. (Bu sebzelerle hamurun arasında kalkan vazifesi görüyor. Nem dengesini ayarlıyor ki hamur çiğ kalmasın.)  


Domatesler bulabildiklerimin en iyileriydi ve gördüğünüz gibi beyaz damarlıydı. Önceden bunu çok dert ederdim, şimdi şifa diliyerek yiyor ve yediriyorum.

       Domateslerin kabuklarını soyup ay şeklinde doğrayın ve tepsiye dizin. Üzerine kekik ve karabiber serpiştirin.


     Ayrı bir kapta kremayla peyniri karıştırın ve domateslerin üzerine gezdirin. 200 C (turbo 180) ısıtılmış fırında üzeri altın sarısı renk alana kadar (yaklaşık 40-50 dk) pişirin. 


        Sıcak, ılık veya soğuk olarak servis yapın. Afiyet olsun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder