27 Aralık 2015 Pazar

Bir Bahar Günü Gibi... Kaynarca Köyü-Kırklareli

Pınarhisar'ın Kaynarca Köyü'ne bizi çeken ne bir bahar havası ne de daha evvel duyduğumuz coğrafi özellikleriydi. Yol arkadaşımın akrabalarından birine 'emir Allah'tan' a gittik. Yolculuğumuza bir sürü mırın kırın eden yavrularımı ise; "bonus toplamaya gidiyoruz, hasta ziyaretinde, baş sağlığında da hani o yol boyunca altın toplanan oyun var ya, ondaki gibi adım attıkça altın (bonus) topluyoruz!" sözleriyle ikna oldular. 


Niyetimizi saf tutunca öyle güzelliklerle karşılaştık ki; bu kadarını tahmin bile edemezdik. Köy zaten olabildiğince bakir kalmış bir yerleşim yeri. Sokakları mis gibi. Taş duvarlar epeydir özlediğim kendi memleketimi hatırlattı bana. İnşallah gün olur, orayı da çocuklarım ve yol arkadaşımla gezmek nasip olur. 


Çok sevdiğim köy kokusu minibüsten iner inmez karşıladı bizi. Gençlerini dışarıya gönderen ahali hayvancılıktan el çekmiş nicedir. Bu yüzden bize köyün tertemiz havasını tenefüs etmek düştü :-)
Kızçede köstebek ruhu var sanırım. Nerede bir karış toprak görse hemen eşelemesi gerektiğini düşünüyor :-)


Yokuşlardan devam eden sokaklar... Evlerin kocaman tahta kapıları...


Uzaktan çıkmazmış hissi veren, gezip dolaştıkça her birinin diğerine bağlı olduğunu gördüğümüz köy sokakları... Taş evler...


Aralık ayının son günlerini yaşadığımızı inkar eden bahar güneşi... Işığın bin bir yansıması...


Peyzaj dışında bahçe algısı gelişmemiş olan çocuklarımın bahçede ne yapacaklarını kestiremeyip bir içeri iki dışarı havalarında koşturmaları..


Yene Suyu... Bizim sohbet etme imkanı bulduğumuz köyün yerlileri Kaynarca'nın ismini buradaki kaynak sularından aldığını anlattı. Bu ırmak Tuna Nehri'nden gelip Ergene'ye gidermiş. Bunun ispatı ise Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde farklı, halk dilinde farklı. 


Bizi gezdiren akrabamızın naklettiğine göre, çooookkk önceden Tuna'da bir çoban hem kaval hem baston olarak kullandığı, kendisinin özel olarak yaptığı sopasını nehre düşürür. Sopasını çok arar, nehir boyunca izini sürer fakat bir türlü bulamaz. Aradan yıllar geçer, yolu Kaynarca'ya düşer. Oturup dinlenmek muradıyla köyün kahvesine uğradığında hayretler içinde kalır. Bastonu kahvenin duvarında asılı durmaktadır. Meğer kahveci ırmakta bastonu bulmuş ve bu işlemeleri özel sopayı sahibi gelir bulur diyerek duvarına asmışmış. Çoban kendisinin olduğunu söylese de ikna edemez kahveciyi. Kahveci de, kahvenin müdavimleri de ispat istemektedir çünkü. Çoban sırrını ifşa etmek zorunda kalır; bastonun altında gizli bir kapak vardır. O kapağı açar ve sopanın içinden çil çil altınlar dökülür. Herkes şaşırır. Çoban hayatı boyunca edindiği bütün servetini onun içinde sakladığını anlatır. Yukarıdaki heykel de bu rivayetin hatırasınadır...


Yıl 1960. Köyün kadınları bin bir derde deva olan kaynağın suyundan testilerle, bakraçlarla su taşırlar. 




Bütün bu hikayeler bizim fasülyeleri hiç mi hiç ilgilendirmez. Zira kaynağın içinde cirit atan 20-30 cm. lik balıklar onların dikkatlerini cezbetmeye kafidir. Ha bir de üzerine tırmanmanın mümkün olduğu taş köprüler.. 
Burası kaynağın yer yüzüne çıktığı nokta. Buradan su içilebiliyor. Irmak buradan başını alıp köyün bir çok yerini dolaşarak yolculuğuna devam ediyor. Bu yüzden gezdikçe büyüklü küçüklü pek çok kolunu gördük.


Köprü üstündeki baba-oğulun izini gölgeler üzerinden sürmek istedim..


Ördeklerin kimseye hesap vermeden arz-ı endam ettiği bir kol...


Yazın çocukların hiç kuru kalmamalarının sebebi olarak anlatılan, sığ ama pırıl pırıl bir kol...


Yanında çağlayan şelalenin enerjisiyle mısır unu öğüten, Trakya Bölgesi'nin çalışır durumdaki tek taş değirmeni. 



Değirmen açık, öğütücü bozuktu. İçeriyi gezme imkanımız oldu ama oğulçeye ne yazık ki unun öğütülüşünü gösteremedim. 


Ah çocuk... Canım çocuk... Gel şu dünyayı kirli libasından soy... Elleri hünerli çocuk... Gözleri nakışlı çocuk... Resminin bir yerine beni de koy... Dilaver Cebeci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder