30 Nisan 2014 Çarşamba

Helikopter Aile Olmak :-(

Üyesi olduğum Montessori Eğitimi  ve Çocuk Bakımı blogunda mesajlarını ve faaliyet tavsiyelerini ilgiyle takip ettiğim 'bozicanselvi' kullanıcı isimli üyenin gruba yolladığı yazıyı büyük bir şevkle sizinle paylaşmak istiyorum. Şu sıralar bir hevesle okuyup bitirdiğim Doğan Cüceloğlu' nun 'Başarıya Götüren Aileler' isimli kitabından sonra bu yazı tamamlayıcı oldu diyebilirim. Sıkılmadan okumanız umuduyla...



Helikopter aileler

Anne babaların sorumluluğu çocuklarına bir yol çizmek değil, bir yol haritası vermektir..(Jackson Brown)
Helikopter Aile Nedir?
Helikopter Aile (Helicopter Parents) terimi ilk defa Foster W. Cline ve Jim Fay tarafından 1990 yılında “Parenting with Love and Logic: Teaching Children Responsibility” kitabında kullanılmış ve Batı ülkelerinde öğretmenler ve diğer profesyoneller tarafından kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu terimin ilk çıkış hikayesi, bir çocuğun “annem başımda helikopter gibi dönüyor” şikayetiyle başlamış ve bu kitapta yer almıştır.
Helikopter Anne-Babalar; çocuklarının başından ayrılmayan, etrafında pervane olan, her şeylerine yetişmeye çalışan, hayatlarına ve kişiliklerine müdahale eden, yorulmak bilmeyen anne babalardır. Günümüzde “helikopter aileler”, çocuklarının sosyal ve öğrenim hayatlarında onları çok yakından takip eden, çocuklarının üstlenmesi gereken sorumlulukları büyük bir hevesle üstlenen, evlatlarını tamamen kendilerinin uzantısı olarak gören, her sorunu onlar adına çözmekten mutlu olan ve daha da ileri giderek “Biz tıp okumak istiyoruz” diyebilen ailelerdir.
Bu tür anne babalar genellikle eğitimli, orta ve üst sınıf ailelerden gelmektedirler ve çocuklarından akademik olarak beklentileri çok yüksektir. Texas Üniversitesi’nden Patricia Somers, yaptığı bir araştırmada helikopter aile yaklaşımının sadece orta ve üst sınıfın gösterdiği bir davranış olmadığını, bu tür davranışların tüm gelir düzeylerindeki ailelerde, her iki cinsiyette ve tüm etnik kökenlerdeki bireylerde değişik biçimlerde görüldüğünü belirtmektedir.
Ailelerin her zaman çocukları ile ilgili endişeleri vardır. Bu, onların görev tanımlarının bir parçası haline gelmiştir. Bugün eskiye göre çok daha farklı endişeler taşımaktayız. İnsanların pekçoğu dünyayı korkutucu, rekabetçi bir yer olarak görmekte ve çocuklarının tek başlarına hayatta kalabilmelerinin sürekli olarak uyanık olmalarına bağlı olduğunu düşünmektedir. Avusturalyalı aile eğitimcisi ve uzmanı Michael Grose, “hiç tartışmasız, bugünün anne babaları, eskininkilerden daha çok çocuklarını izliyorlar ve korumacılar” demektedir. Yine, ailelerin çocuklarının keşfederek, yaşayarak öğrenmeleri konusunda isteksiz olduklarını, çocukça seçimler yapmalarından korktuklarını ve hayatı onlar için kolaylaştırarak mutlu olmalarını sağlamaya çalıştıklarını belirtmektedir.


Helikopter aileler, çocuklarının ödevlerini yapıyor, her tür programını düzenliyor, farklı şehirde yaşayan çocuklarını bile sabahları uzaktan kumanda uyandırma görevini üstleniyor, hocalarını arayıp düşük notlar için hesap sorabiliyorlar. Sarah Briggs’in “Dünyanın en uzun göbek bağı” olarak nitelendirdiği cep telefonunun kullanımının da yaygınlaşmasıyla iyice kanıksamaya başlanan “helikopter ebeveynler”, tüm iyi niyetleri ile çocuklarının başarısı için çalışsa da aslında şu mesajı veriyor: “Sen beceriksizsin, bu genç yaşında hayatını dengelemeyi bilmen mümkün değil, işte bu yüzden ben devrede olmak zorundayım“. İşin ilginç yönü, çocuklar bu durumdan gayet hoşnut, önceki nesillerle karşılaştırıldıklarında inanılmaz bir teslimiyet sergiliyorlar, hayat onlara bu şekilde çok daha kolay geliyor çünkü bir anlamda bu genç yaşlarında hem sekreterleri, hem
şoförleri, hem kişisel asistanları var.
Peki neden böyle oluyor? Grose, doğrudan  medyayı işaret ederek, “kötü haberlerle ilgili günlük bombardıman nedeniyle, ailelerin dünyanın tehlikeli bir yer olduğunu düşündüklerini ve doğal olarak çocuklarını koruma tepkisi verdiklerini” söylemektedir. Bugünün aileleri, doğal olarak çocuklarının geleceği için endişelenmektedirler. Bu baskı ile karşı karşıya kalan aileler, çocuklarının ev ödevlerini kontrol etmeyi veya onların sınırlı olan boş zamanlarından ödün vermeyi kendilerine bir görev olarak görmektedirler.
Bununla birlikte, aile ve toplum yapısındaki köklü değişiklikler de aynı zamanda önemli bir rol oynamaktadır. Farklı kuşakların bir arada olduğu aile yapılarının ortadan kalkmaya başlaması çocukları diğer yetişkinlerden soyutlamaktadır. Bunun anlamı şudur; büyük anne, büyük baba ya da komşularımızın, çocuklarımız sokağın köşesindeki markete giderken veya arkadaşının evinde oyun oynayıp bisiklete binerken onlarla daha az ilgilenmeleri ve dikkat etmeleridir. Bunlar artık tamamen anne babaların görevidir.  
Helikopter Aile İle Yetişen Çocukların Özellikleri ve Toplumsal Sorunlara Etkisi 
Son yıllarda “helikopter aile” olarak adlandırılan bu durum uzmanlarca bir psikolojik ve sosyolojik sorun olarak ele alınmaktadır. Bu anlamda Helikopter Anne-Babaların Türkiye’de de çok yaygın olduğu görülmektedir.
Helikopter aileler, çocuklarının bireyselliğinin gelişmesini kendilerine tehdit görmekte ve onlara bağımlı olması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Çocuklarının bağımsız, kendi kendine yeten bir birey olmasını tehdit olarak gördükleri için çocukların değişim, gelişim çabalarına engel olmakta ve kendilerine bağımlı olmaya zorlamaktadırlar. Bu durum çocuğun kendine yetemeyen, değersiz, güvenilmez biri olmasına neden olduğu gibi kimlik gelişimlerine de engel olmaktadır.
Aşırıcı korumacı çevrede büyüyen, her sorunu anne babası tarafından çözülen, kendi kararlarını kendi alamayan çocukların en belirgin özelliklerini şu şekilde sıralanmaktadır; şişirilmiş bir egoya sahip olma, düşük öz saygı ve yeterlilik duygusu, bastırılmış kişilik, sağduyudan yoksun olma, karar vermekte zorlanma, problem çözme becerisi gelişmemiş olma, daha iyiyi yapma ve çabalama isteği düşük olma, çok güçlü aile bağına ve aileye bağımlı olma.

Bu özellikler, bu tür çocukların sadece en belirgin özellikleri olarak yer almaktadır ve bu liste daha da artırılabilir. Çünkü aşırı koruyucu anne baba olmak, çocuğun normal gelişimine müdahale eden bir yaklaşımdır. Dolayısıyla çocuğun da normal bir gelişimi olmayacaktır. Birçok becerileri eksik, psikolojik problemler yaşamaya yatkın, iş ve özel hayatında problemler ve başarısızlıklar yaşayan bir birey olarak yetişme olasılığı çok yüksektir.
Bütün aileler çocukları için en iyi olanı sağlamak ve onların hayatlarını kolaylaştırmak isterler. Bu iyi niyetli istek bazan çok aşırı biçimde ortaya konup uygulandığında, çocuklar için zararlı, zorlayıcı ve yardım etmekten uzak bir hal almaktadır .
Kendi ayakları üzerinde durabilen sağlıklı bir birey olarak yetişemeyen gençlik sadece aileler için değil, toplum için de bir sorundur. Kendine yetemeyen, anne babasına bağımlı, öz güveni düşük çocuk, geleceğin sorunlu bir yetişkini olarak toplumda yer alacaktır.
Bu şekilde büyüyen ve yetiştirilen gençlerin hayatlarında başarısız olması ve psikolojik problemler yaşaması da kaçınılmazdır. Sağlıklı bireyler olarak yetişmeyen insanların, sağlıklı bir toplum oluşturması da düşünülemez. 
Sağlıklı Davranışlar İçin Neler Yapılabilir?
Çocuklarımıza iyilik yaptığımızı düşünürken, onların hayatta kalabilmek için gerekli olan becerilerini ve kendi koruyucu kalkanlarını geliştirmelerine engel olmamalıyız. Bizler, çocuğumuzun hayat boyu eli, ayağı, beyni ve koruyucusu olamayacağımıza göre, onların kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak deneyimleri yaşamalarına imkan tanımalıyız.
Eğer siz de birer helikopter anne babaysanız bunun farkına varmanız ve çocuğunuzun kendi hatalarını yaparak-yaşayarak öğrenmesine, hayal kırıklıkları yaşamasına ve bununla başa çıkmayı öğrenmesine, hayatla mücadele etmesine izin vermelisiniz.
Çocuğunuzun akademik başarısına takılıp, kişiliğini bastırmayın. Çünkü sadece okulda başarılı olması mutlu ve sağlıklı bir hayat sürmesinin, hayatta başarılı olmasının hiç bir zaman garantisi değildir. Hayatta başarılı olmasının garantisi sağlıklı bir kişiliğe sahip olması, normal gelişim aşamalarından geçerek sağlıklı bir anne baba tutumuyla büyümüş olmasına bağlıdır. Bunun için nereye kadar koruyacağız nerede aşırıya kaçıyoruz bu çizginin çok iyi belirlenmesi gereklidir. Bunu nasıl belirleyeceğiz? Fuller, bunu belirlemenin basit bir kuralı bulunduğunu belirtmektedir. “Çocuğunuz için sürekli birşeyler yapmaya çalışmayın, onlar kendileri için birşeyler yapabilirler” demektedir.



Karar verebilmek için kendinizi sağlam bilgilerle desteklemeniz gereklidir. Bilmediğiniz konularda korkular geliştirirsiniz. Örneğin çocuğunuz internette gezinirken sürekli oralardan gelebilecek tehlikeleri ararsınız. Bunun yerine oradan gelebilecek tehlikelerin bilinmesi konusunda çocuğunuza yardımcı olmalısınız.
Çocuğunuzun ihtiyaçlarında gözönünde bulundurmanız gereken gerçekler onun huylarına ve olgunluk seviyesine göre belirlenmelidir. Çizginizi nereye kadar sınırlandıracağınız buna bağlıdır. Örneğin, ikinci sınıfa giden bir çocuğun takım antrenmanı için 10 dakikalık bir yürüyüşle gidebiliyor olması ve yakındaki alış veriş merkezlerine tek başına gidebilmesi onun bir sonraki yıl için biraz daha bağımsızlık sınırlarının arttırılması için cesaretlenmesi anlamına gelmektedir. Burada ailenin yapması gereken, çocuğun gidebileceği alanlara öncelikle birlikte gidip yol göstermek ve güvenli bir şekilde bunu nasıl yapabileceğini anlatmak daha sonra onu kendi gidebileceği konusunda desteklemektir. Bu davranış çocuğun kendine olan özgüvenini de destekleyecektir.
Son olarak, başarı ile ilgili bazı kavramları ve düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir. Ölçülebilir sonuçları olan yaratıcı etkinlikleri yapmamız bizim için çok daha değerli olabilir. Belki de anne babaların, çok başarılı bir çocuk yerine, mutlu ve keyifli bir çocuğa sahip olmaları gerektiğini akıllarından çıkarmamaları gereklidir. 
 Yazar: Dr. Zeki PEHLİVAN
TED Ankara Koleji Vakfı Okulları
Kalite ve Strateji Geliştirme Koordinatörlüğü
Eğitim Uzmanı
 YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ayşe Kora, Helikopter aileler, bumerang çocuklar ve boş yuva sendromunun sonu

http://www.yeniaktuel.com.tr/yaz54-210004-107,126@2100.html 

blackboard.college.bm/webapps/portal/its/orie…

http://www.ecampustours.com/forparents/campuslife/helicopterparents, helicopter parents
http://www.quintcareers.com/helicopter_parent_quiz.html,  Are You a Helicopter Parent? A Quintessential Careers Quiz
http://www.relationshipmatters.com/index.php?/archives/3062-Are-Helicopter-Parents-helpful-or-harmful-to-their-children.html

Joel N. Lampert, (2009) Parental Attachment Styles and Traditional Undergraduates’ Adjustment to College: Testing the “Helicopter Parent” Phenomenon.http://scholar.google.com.tr/scholar?start=20&q=helicopter+parents+survey&hl=tr&as_sdt=0&as_vis=1
Sevil Yavuz ( 2011), Helikopter Anne-Babaların çocuk üzerindeki etkisi 13 Nisan 2011 Milliyet Gazetesi,  http://www.milliyet.com.tr/helikopter-anne-babalarin-cocuk-uzerindeki-etkisi/pedagog-psk-dan–sevil-yavuz/bebekvecocuk/yazardetay/13.04.2011/1377409/default.htm
Waterson, L. (2010). http://www.andrewfuller.com.au/free/HelicopterParents.pdf
Kaynak:http://www.tedmem.org/haberler/2013/05/29/helikopter_aileler.html

28 Nisan 2014 Pazartesi

Sevme Sanatı 1




    Sevmek bir sanat mıdır? Sanatsa, bilgi ve çaba gerektirir. Yoksa sevgi, yaşanması rastlantılara kalmış, insanın talihi yardım ederse 'tutulacağı' tatlı bir duygu mudur? Günümüzde çoğunluk bu ikinci tanıma inanır; oysa bu kitap birinci önerme üzerine kurulmuştur. 
     Büyük çoğunluk sevme sorununu, sevmek'ten, kişinin kendi sevme yetisinden çok, sevilme sorunu olarak görür.
    Zamanımız tümüyle satın alma açlığı üzerine, alanın da verenin de isteyerek girdiği bir alışveriş anlayışı üzerine kurulmuştur. Ne olursa olsun aşık olma duygusu, kişilerin birbirine verebilecekleri şeylere bağlı olarak gelişir. Pazarlıkla alışverişe çıktım mı, alacağım nesne, toplumsal değer açısından üstün olmalı; bundan başka benim ortada olan ya da gizli saklı özelliklerimi, verebileceklerimi görüp beni istemeli. İki kişi böylece kendi satın alma güçlerine göre pazardaki en iyi nesneyi bulduklarına inandıkları gün aşık olurlar birbirlerine. Gerçek mülk satın alırken olduğu gibi bu alışverişte de sonradan geliştirilecek özellikler oldukça önemli rol oynar. Alışveriş üstüne dönen, maddesel değerlerin en üst değerler olduğu bir çağda insanlararası ilişkilerin de mal mülk ve iş pazarında geçerli olan yöntemlere göre yönetilmesine şaşmamak gerekir.
     Hiçbir şeyin sevmekten daha kolay olmadığı inancının karşıtını doğrulayacak sayısız örnek vardır; gene de bu tutum sevgi konusunda en yaygın inanış olmaya devam eder. Böylesine baş döndürücü umutlarla, bekleyişlerle başlayıp da sonunda sevgi gibi hiç şaşmadan yok olup giden başka hiçbir eylem, hiçbir yatırım yoktur...
Eric Fromm

Hafıza Devamlılık İster...



Geleceğe kalmasını istediğimiz her şey gibi hafıza da devamlılık ister. Biz de bunun farkında olduğumuz için çocuklarımızın büyüdüklerinde de hatırlayıp mutlu olacakları anları yaşamaları için gayret ediyoruz. Yol açık; belli başlı arkadaşlarıyla düzenli olarak bir araya gelip birlikte yapmaktan hoşlandıkları şeyleri farklı ortam ve imkanlarla tekrar ettirmek. Çocuklar en çok nelerden hoşlanır? Tabii ki gezmek, araştırmak, keşfetmek, tekrar etmek.
23 Nisan tatilini fırsat bildik ve çocuklarımızı 'pasif seyirci' olma durumuna düşürmeyerek en sevdikleri mekanlara götürdük. Bu yazıyı 'Çocukla İstanbul'da Gezilebilecek Yerler' başlığında da değerlendirebilirsiniz.
Adapark adıyla bilinen Bayrampaşa Şehir Parkı ulaşılabilirliği, faaliyet zenginliği ve çocuklara hürriyet sunabilmesi açısından bizim için oldukça cazip.



Parkın uzun yürüyüş parkuru, çocuklara özel aktivite alanları, havuz bisikleti, lunapark, mini hayvanat bahçesi, sebze yetiştiriciliği görsel bahçesi ve at biniciliği alanı mevcut. Hazırlıklı gidildiğinde çocuklarla sabahtan akşama kadar hiç sıkılmadan ama bol yorularak vakit geçirebilirsiniz. Ayrıca yeme-içme faslını kendi imkanlarıyla geçiştirmek isteyenler için çardak tarzı piknik masaları da var.



Tuvaletleri temiz ve park genel olarak bakımlı diyebiliriz. Biz çok eğlendik ve çok yorulduk aslında ama yolda bir arkadaşımın haber verdiği 'Bilim Çocuk' dergisinin Nisan sayısında hediye ettiği hayal perdesini alıp kurmadan da rahat edemedik.




Akşam büyük bir hevesle hayal perdesinin kurulmasını bekledi çocuklar. Hatta ellerinden geldiğince hiçbir yardımı da esirgemediler :-) Babaanne ve dedelerini gönüllü (!) izleyici yapıp onlara özel 'tiyatro davetiyesi' hazırladılar. Ben nacizane sunuculuk yapıp program akışı belirledim derkeeeeennnn......
Şarkılar, şiirler, bilmeceler (arada gösteri yaptıklarını unutup didişmeler de oldu tabii ki) eşliğinde 'Aslan Kral- Oğulçe ve Aslan prenses-Amca kızı gösterilerini başarıyla tamamladılar. Hatta bir ara dedeleri 'onların kendisi tiyatro' diyerek sahneye bakmayı bırakıp kahkalar atıyordu. Bugünün tamamı eminim çocukların hafızalarında hiç silinmeyecek şekilde kaydoldu. Günler geçti hala dinliyoruz...

21 Nisan 2014 Pazartesi

Anneanne Kurabiyesi' ni Hatırlayan ve Özleyenler İçin...



     Evliliğimin ilk aylarında yol arkadaşımın memleketine misafir olduğumuz günlerden birinde sülalenin en yaşlılarından birinin evindeydik. Hem en yaşlısı hem de en görgülüsü olan bu hanım (büyük anneannenin ahretliği) bizim için elindeki imkanlarını seferber ederek güzel bir sofra kurmuştu. Herkes sofradayken unuttuğu şeyi hatırlayıp telaşla yerinden kalktı ve kız kardeşinin pişirip yolluk olarak hazırladığı kurabiyeleri getirdi. Buraya kadar hatıra olabilecek bir nokta yoktu belki ama kurabiyelerin konulduğu paket gözümün önünden hiç gitmedi. Ben o gün sabık öğrenci, taze gelin, acemi ev hanımıydım ve bitmiş bir un paketine özenle yerleştirilmiş o canım kurabiyeler, yıllarca kitaplarda okuduğum, seminerlerde dinlediğim, benim için bir masaldan öteye geçemeyen yokluk yılları hatıralarının tezahür etmiş haliydi. Zihnimde kalan o görüntü ve annemden de gördüğüm israf etmeme, her şeyi değerlendirme, elindekinin kıymetinin bilme idraki yuvamda benim için düstur haline geldi çok defa...
      Bu kurabiyeler ise son anda annesi ameliyat olan bir komşuya geçmiş olsun a gidileceğini öğrendiğimde, dolaplarımı karıştırıp elimde ne varsa kullanıp samimi bir hediye hazırlama girişimi neticesinde ortaya çıktı.          Kurabiyelerin tadı çok tanıdık olunca, bu tarif için koştur koştur malzeme tamamlama ihtiyacına düşmemenin verdiği iç huzuruyla şimdi rahmetli olan o haminne 'hal' diliyle tekrar çok şeyler söyleyiverdi bana...
      Buyurun kurabiyelerin yapılışına;


Malzemeler;
1 sb. yoğurt
3/4 sb. zeytinyağı
1,5 sb. toz şeker
1 portakalın suyu ve rendelenmiş kabuğu
2 sb. tam buğday unu
1 tk. karbonat
Aldığı kadar un

Bütün malzemeleri karıştırıp şekil verecek kıvamda bir hamur elde ediyoruz. Ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp yuvarlıyoruz. Tepsiye bütün kurabiyeleri dizdikten sonra üzerine toz şeker serpiyoruz. 180 C. de üzeri kızarana kadar pişiriyoruz.
Afiyet olsun.. Ağzımızın tadı eksilmesin...

18 Nisan 2014 Cuma

Evde Supangle Yapalım...


Fransa menşeili bu canım tatlıyı, diğer pek çok lezzet gibi, Türk mutfağına katmayı hatta kendi damak zevkimize göre yeniden yorumlamayı başarmışız. Eski evimizdeki komşularımdan biri pek marifetli ve meraklıydı. Evi her daim bal dök yala, mutfağı da bereketliydi. Bu tarifi ondan öğrendim. Yıllar geçti, hala tatlı seçimlerimizde başı çekiyor. Oğulçe canı tatlı istedikçe 'Çikolatalı puding yapalım', çilekli tatlı istedikçe de 'çilekli puding yapalım' diyerek mutfağımda söz sahibi olduğunu ima ediyor sık sık. Bizden başka kimse supangleyi çilekli yapmayı denedi mi bilemiyorum ama tamamen oğlumun yönlendirmeleriyle denediğim çilekli hali de çok lezzetliydi. 'Anne sadece içine çikolata ve kakao koymayacaksın. Onun yerine hani çilekli yoğurt yaparken çileği böööllleee bööleeee döndürüyorsun ya robotta, işte onu koyacaksın içine.' diyerek tarif etmesinin karşısında çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim :-) Bence oğlum büyüyünce kıyısından köşesinden mi yoksa tam merkezinden mi bilemem ama, yemek yapmanın bir yerinde yer alacak. Evimizde en çok mutfaktaki işleri seviyor...

Malzemeler;
1 litre süt
2 sb. şeker
2 sb. un (ben yarı yarıya tam buğday unu kullandım)
2 yk. kakao (bulabilirsem organik, bulamazsam yarı yarıya keçi boynuzu tozu kullanıyorum)
40 gr. bitter çikolata (tarifin orjinalinde 2 yk. çokokrem var ama ben değiştirdim)
Alabildiği kadar su

Yapılışı;
Süt, un, şeker ve kakao bir tencerede çırpılarak pişirilir. Bu aşamada topaklanma neredeyse kaçınılmaz çünkü un-süt oranı dengeli değil, çok katı kıvamda bir tatlı elde ediyorsunuz. Kaynamaya başlayınca altını kısıp çikolata tencereye kırılarak eklenir. Çikolata tamamen eriyince altı kapatılır. Bir su bardağı su yavaş yavaş ekelenerek blendır dan geçirilmeye başlanır. Yaklaşık iki dakikada su iyice yedirilir. Dinlenmeye bırakılır. Yarım saat sonra bir bardak daha su eklenip yine yedirilinceye kadar blendırdan geçirilir. Yine yarım saat dinlendirilir. Bu işlem tatlı akışkan bir kıvam elde edene kadar tekrarlanır. Yani su ayarını kendiniz yapacaksınız.( Su tatlıyı hafifletiyor ve serin bir tat bırakıyor ağızda.) Kaşığa aldığınızda akmayacak ama kaskatı da durmayacak kıvamda olmalı. Kaselerin dibine evdeki keklerden, kurabiyelerden ufalayabilirsiniz. Sonra tatlıyı döküp buzdolabında 6-7 saat dinlendirin.
Afiyet olsun...

13 Nisan 2014 Pazar

Yolculuğuma Dair...



Yolculuk aslında hayatın ta kendisidir. Hayatı ayağımızı çabuk tutmaksızın yürümekle; insanlar, öyküler, yaşanmışlıklar ve bütün bunlardan tüten bir anlam sağlarız. 'Ormanda yol çatallandı ve ben, Ben daha az gidilen yolu seçtim, Bütün farkı da bu yarattı.' diyor şair Robert Frost. Yol vaatkardır. Bizi yeni duyuşlara, yeni hislere götürür. O yolu yürümekle belki daha önce hiç gitmemiş olduğumuz bir yere gitme ihtimalini taşırız içimizde. Belki yol çatallanacak ve biz az seçilen yoldan yürümeye devam edeceğiz. Belki yol bitecek ve bizi kararsızlığın, yalnızlığın ortasında bıracak...
Yola çıkan kişi, menzil-i maksuduna vardığında aynı kişi değildir artık. O, yolla pişmiş, yoldan öğrenmiş, yola katılıp yol olmuş kişidir. Açık bir zihin ve açık bir kalp ile yola koyulan kişinin önünde zaman serapa uzanmalıdır ki yolun hakkı verilebilsin.
Yetişme telaşı olmadan yol almak, yolun bize sunduğu hikayelerle eğleşebilmek demektir. Uzun uzun insana bakabilmek... Sonra dönüp bir de kendi içine, bakışlarını hiç kaçırmadan uzun uzun bakabilmek.."Zafer değil sefer" diyerek yolu kendi başına maksud kılan büyükler, bizatihi yolda olmanın insanı "yaptığını" müjdeler; 'Nâgehân ol şâra vardım/ Ol şârı yapılır gördüm/ Ben dahi bile yapıldım/ Taş ü toprak arasında'.


Yolculuk, insanın kendi içine doğru yürümesidir. Bir seyyah iseniz eğer, vaktin oyuklarını bulacak ve burada eğleşeceksiniz. Yok bir turistseniz siz aslında yolcu değilsiniz. Aman şehrin maceralı sokaklarına karışmayın, sakın güvenli bölgelerinizden ayrılayım demeyin, gözünüze ilişenleri fotoğraf karelerine hapsederek dönüverin evlerinize...
Yolcu, yolu kendi ruhuna nakşeden kişidir, öyle ki yol bitmiş gibi göründükten sonra bile, döne döne o yolu yürür, ondan öğrenir. Dış alemde gördüklerimiz bizi iç alemimizin keşfedilmedik mağaralarına götürmüyor, içimizin daha önce hiç bilemediğimiz sokaklarına ışık düşmüyorsa, dış dünyada attığımız adımlar içimizde yankılanmıyorsa, gitmek neye yarar?
.......Nihayet yolcu... Dengini sırtına dolamış ve yolun vaat ettiklerine kendini bırakmış insan. Yolun sarhoşu. Yola çıktın çünkü dünya senin için yerleşmeye değmez. Çünkü uzakların fısıltısı başını döndürüyor. Yaraların sadece yolda olmakla şifa buluyor. İçindeki boşluğu sadece yol onarıyor. Yola çıktın çünkü bir yaran var. Doğduğun günden beri ruhun sızlıyor. Sen de diğerleri gibi kendini zamanın o büyük kahkahasına bırakabilir ve hayatı emniyet şeridinden giderek yaşayabilirdin. Ama o zaman yeni denizleri kim bulacaktı ha? Yeni öykülerde ve yeni insanlarda kim ısınacaktı? İçin nasıl zenginleşebilecekti? Dışarıda çağlayan bir maceran var, ruhunu ona katman gerek. Onunla çağlaman, bir alem olup akman gerek. Sen ey yolcu! Simurg kuşunun kendisisin. Hem padişahsın, hem kölesin.
Yol, yolcu, yolculuk. Neşet Ertaş ile bitirelim; 'Hep yolcuyuz böyle geldik gideriz/ Dünya senin vatanın mı yurdun mu?'
Kemal Sayar-Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez 

7 Nisan 2014 Pazartesi

Kahvaltı Moderatörsüz Olmaz; Pastane Poğaçası


Anlaşılacağı gibi Emirgan'ın o güzel atmosferinden sıyrılabilmiş değiliz :-) 

Çocukluğumdan beri kahvaltının günün en önemli öğünü olduğu cümlesi kulaklarımdadır. Ben her şey atlansa da öğünlerin atlanmadığı, her şey ihmal edilse de yemek pişirmenin ihmal edilmediği, mutfağının, ocakta sürekli kaynayan tencereler ve belinde önlük, elinde bıçak sürekli hazırlık yapan bir ev hanımının eliyle zenginleştiği bir evde büyüdüm. Şimdi rahmetli olan bir komşumuz anneme 'sen yemek pişirmiyorsun, olmayanı olduruyorsun, üretiyorsun' derdi. O zamanlar kıymetini anlayamadığımız, hatta sürekli yemek düşünülüyor diye eleştirdiğimiz bu hal, yıllar sonra  evin yuvaya dönüşmesine sebep olan bir sıcak hatıra olarak zihnimin bir köşesinde yerini almış bile.. Ben de sabah kalkar kalkmaz günün yemek planlamasını yapan ve bu işi yerine oturtamadan rahat edemeyen bir anneyim çok şükür... 
Evet kahvaltı günün en önemli öğünüdür ve bizim evde çok sevilir :-) Ama bu saltanatını her zaman bir moderatöre borçludur. Bu 'kahvaltı moderatörü' kavramını ben uydurdum :-) Nadir zamanlar dışında bizim kahvaltı soframızda mutlaka o sabah pişmiş sıcak bir şeyler olur. Bazen akıtma, bazen börek, bazen yumurtalı ekmek, bazen pizza, bazen poğaça... Bu sabah pastane poğaçası tarifi vereceğim. Bilmeyen yapmayan var mı hala acaba? Yine de bir de tam buğday unuyla denemenizi tavsiye ederim. 


Malzemeler;
250 gr oda ısısında tereyağı
2 yumurta (bir sarı üste sürmek için ayrılır)
1 tk. tuz
1 yk. şeker
1 tk, mahlep (eğer sade yapılacaksa)
1 çay b. ılık süt
1 pkt. instant maya
Aldığı kadar un (ben kıvam verene kadar tam buğday unu, yoğururken beyaz un ekledim)

Bütün malzemeler yoğurulur. Yumuşak bir hamur elde edince üstünü nemli bir bezle örtüp bir saat dinlendirilir. Sekil verip tepsiye dizilir (yuvarlak şekiller benim, elips, dikdörtgen, karataş şekilleri oğulçenin :-).........). Yumurtası sürülüp susam-çörek otu serpilir. Yarım saat de tepsi mayası için dinlendirilir. 200 C. de üstü kızarana kadar pişirilir.
Afiyet olsun...

6 Nisan 2014 Pazar

Sabancı Müzesi-Söz Danışmanlık Elbirliğiyle...

Oğulçem bir yaşlarındayken üyesi olduğum, tavsiye edilen kitaplarını okuduğum ve hatta şehir dışından gelen eğitimcilerinin düzenlediği eğitimlerine katıldığım bir grubum var; "montessorieğitimi". Grup yazışmaları genel olarak hem bilgilendirici hem de çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmek isteyenler için şevk verici. Pek çok şey öğrendiğim grubumdan geçtiğimiz hafta sonu yine harika bir duyuru geldi ve hemen istifade ettik. Söz danışmanlık şirketinin çocuklara yönelik değişik faaliyetleri var. Hatta değişikliğin bir adım önünde, kaliteli, düşündüren, ufuk açıcı diyebiliriz. 
Sabancı Müzesi'nin belli bir temada 4 ayda bir değişen program akışı var. Bu akışın bir bölümü de çocuklara ayrılmış. Müzenin o dönemki teması çerçevesinde Söz Danışmanlık çocuklar için atölyeler düzenliyor. Çocuklar için düzenlenen programı buradan inceleyebilirsiniz. 
5 Nisan daki atölye 2008 doğumlular içindi ve 'kumaş tasarımcılığı' konuluydu. Benim oğulçem de renk-boya-hayalgücü üçlemesine özel rağbet gösterince hemen rezervasyon yaptırdık ve iyi ki o anda oradaymışız :-)
Gelelim ayrıntılara;


Müzenin bahçesi... Bahçeye girmek ve gezinmek bile başlıbaşına huzur kaynağı olabiliyor.


Müzenin bahçesinde müştemilat tarzında bir yapı atölye olarak tasarlanmış. Bu bölüm de atölyenin bahçesinden..


Çocukla ilgili mekanlarda bu köşeler bizi en cezbenen alanlar oluyor her zaman. Gördüğünüz gibi her şey ayrıntılı, zengin ve tertipli bir şekilde hazırlanmış. Evlerde de mini atölyeler hazırlamak mümkün mü acaba? :-)


 Müzenin sergi teması atölyenin içinde sembolize edilmiş. Çocukların bu bölümde Bursa ipeğini incelediklerini öğreniyoruz sonradan..


Bu fotoğrafı ne yazık ki camekanın dışından çekmek zorunda kaldım. Her şey çok disiplinliydi, faaliyete başlamadan önce velileri içeri girmemeleri hususunda uyardılar. Ve çocukları ailelere teslim ederken de hem çocuklara hem gelen kişiye sıkı sıkıya sorup öyle teslim etmeleri işlerini ne kadar önemsediklerini ve çocuklara saygı duyduklarını gösteriyordu bence. Hiçbir şey baştan savma değildi. 


Müzenin bahçesindeki şelaleli havuz. Bu havuzda balıklar, kurbağalar ve kaplumbağalar yaşıyor. Ve tabii ki çocukları havuz başından ayırmak için çooooookkkk sabırlı olmak gerekiyor :-)


Kaplumbağa ve balıklardan bir kare...


Oğulçe içeride faaliyet yapadursun; bizim de payımıza kızçeyle sahil keyfi yapmak düştü. Bazı gezmelerde mütevazi bir bütçeyle de uzun süre keyfini hatırlayacağınız anlar yaşayabilirsiniz...


Oğulçeyi aldıktan sonra Emirgan Korusu'na gidip çiçeklerin alabildiğine güzel renklerini görmek de günümüzü daha unutulmaz hale getirdi. 
Müze zaten Emirgan'da olduğu için iki çocuğa ve arabamız olmamasına rağmen derli toplu bir gezi yapabildik. Günün sonunda evimize kendimizi zor attık ama hepimiz için çok güzel bir gündü... Çok şükür..



3 Nisan 2014 Perşembe

Pırasalı Kaygana'ya da Hayır Der mi Çocuklar?


Bahar evlerimize bereketiyle, ruhlarımıza neşeyle geliyor çok şükür. Kahvaltıda birbirinden lezzetli seçenekler sunmanın tam vakti. Geçtiğimiz yazdan kış için hazırlananlar, kışın son demlerini süren kış sebzeleri ve turfanda yaz sebzeleri... Hepsini bir tabakta, bir sofrada görebilmek, bunları yiyebilmek, nimet idrakinde olabilmek ne güzel... 



Uzun soluklu dostlukların sonuçlarından biri de zamanla bütün aileyle dost haline geliyor olmak belki de. Arkadaşımın çok sevdiğim annesi evinde, şehirlerinde misafir olduğumuz günlerin o güzel kahvaltılarının birinde kaygana yapmıştı bize. O zamandan beri çocuklarımın sevmediği ya da yemekte nazlandıkları bütün sebzeler hooooppp kaygananın içine. Kaygana, yöresel olarak daha profesyonel yapılışları var mı bilemiyorum ama anladığım kadarıyla akıtmanın sebzeli ve daha yoğun hali. Ben de kendi mutfağıma göre şu şekilde yapıyorum kayganayı;

Pırasalı Kaygana;

1 parça pırasının yeşil kısmı
1 çay b. kefir
2 yumurta
1 yk tam buğday unu
kekik
tuz

incecik doğranan pırasalar zeytinyağında kavrulur. Bir kasede yumurta, kefir, un, tuz, kekik çırpılır. Kavrulan pırasaların üzerine dökülür. Önlü arkalı pişirilir.

Tabağımızda başka neler var; mevsiminde semt pazarından alıp kırarak yemeye hazırladığım yeşil zeytinler, mevsim meyveleriyle yazdan hazırladığım erik reçeli, çocukların domates ısrarlarına dayanamayıp sayıyla aldığımız çeri domatesler, maydanoz ve içecek olarak yine geçen yazdan hazırlayıp kış için sakladığım vişne şurubu...

1 Nisan 2014 Salı

Ahlak Dersi...

Ataullah İskenderî ile yaklaşık on yıl önce Mustafa Kutlu'nun 'Yoksulluk İçimizde' kitabı vesilesiyle tanıştım. Aşağıda yazdığım derleme de o kitaptan aynen alıntıdır. Bakalım sizin nasibinize neresi düşecek...



Talep şan değildir. Razı ol, şan da senin nam da senin. Varlığını bilinmezlik toprağına göm. Gömülmeyen şey nâbit olmaz. 
Dünya sûretlerinin bulaştığı ayna nasıl parlar? Huzura girmeden önce tevbe sularında yıkan. Kader teneffüs ettiğin her nefeste seninle. Eşyadan eşyaya seyahat edip durma. Kendine uzaktan bakmayı öğren. Bir dolap beygirine benziyorsun; öyle ahmak, öyle hüzün verici..
Hicret ve niyetin kimin için? Bir gece yarısı uyandığında yatağından kalk, şöyle bir yıldızlara bak. Düşün! Madem ki içinde bulunduğun yer, konuştuğun kimse sana feyz vermiyor; terke mani olan ne?
Ölüme ağlama. Kalbe bak. Hata ve isyan ile pişman, ibadet ve taat ile neşveli değilsen zaten ölüsün. Nefsin karanlık orduları fevç fevç akıyor. Zaman ve mekanı dolduran et kokusu. Metin ol, vaat edilen bir şeyin vuku bulmaması seni şüpheye sevk etmesin. Basiretine güven.
Dünya nimeti için zaaf haline düşersin. Ona doğru koşma. Şükür ipi elinde ya... 
Her meseleye cevap veren, her gördüğünü kucaklayan, her bildiğini anlatan bir kimse mi gördün. derhal ondan uzaklaş!
Marifetin mukabili inkar, ilmin mukabili cehalettir..
Melal içindesin. Yoksul olduğunu düşünüyorsun. Ne ki senden alınmıştır, o senin hayrınadır. İçindeki yoksulluğu hissediyor musun? İşte senin için en hayırlı vakit. Unutma; ihtiyaç mütemadidir.
Sözde hikmet çoktur. Birincisi kimden geliyorsa onun kalbinin kisvesini taşır. Ne ki nefsine ağır geliyor, onu yap. Kaldırdığın ağırlık miktarınca sana ferah erecektir. Kederle dolusun. Merak ve endişe içindesin. Demek ki hakikati göremiyorsun. Karamsarlığın kaynağı ışıktan uzak durmaktır. 
Gayret atına bin, himmet dile ve ümid et. Bidayeti parlak olanın nihayeti de parlaktır. 
Gönül eri garib olmaz...
Ataullah İskenderî (Mustafa Kutlu-Yoksulluk İçimizde)